Ve bazen, bir insanın hayatı sadece 5 dakika uzaktadır.
Ama o 5 dakikayı yürümekle yutkunmak arasında bir yerde harcarsın.
İçinden çıkmak istemediğin yatakta dönüp dururken başucundaki saate bakarsın ve kendine dersin ki “5 dakika daha…”
Ama o 5 dakikada zaman değil, sen geçersin.
Kendinden geçersin.
Hayata dahil olmayı, sokağa karışmayı, bir market kuyruğuna girmeyi, biriyle göz göze gelmeyi ertelersin.
Çünkü tüm bu basit şeyler, o an gözünde Everest tırmanışı gibidir.
Ve bazen gerçekten, sadece bir yürüyüş mesafesindedir hayat.
Sadece 5 dakika…
Ama o mesafe, dünyanın en uzun yolu gibi gelir.
Ayakkabını giymek, kapıyı açmak, sokaktaki ışığa alışmak, insan sesine maruz kalmak…
Bunların hepsi birer görev gibi.
Ve sen, artık görevleri olan biri değilmişsin gibi hissedersin.
Kafanın içinde bir monolog dönüp durur.
“Gitsem ne değişecek?”
“Zaten konuşacak kimsem yok.”
“Bugün çıkmasam da olur.”
“Birazdan yaparım.”
Bu cümleler birer içsel slogan olur.
Motivasyon değil, pasif direniş yaratır.
Hareketsizlikle yapılan sessiz bir protesto.
Kimseye değil, kendine.
Çünkü bazen insan en çok kendisine küser.
Ayna bile yüzünü tanımıyor gibidir.
Sanki yüz hatların, geçen hafta başka birine aitti ve şimdi sana zimmetlenmiş.
O yüzden aynaya da bakmazsın.
Telefonun ekranına da.
Bildirim yoktur çünkü.
Ses yoktur.
Sana ulaşmaya çalışan kimse yoktur.
Ve sen de ulaşmaya çalışmazsın.
Çünkü bazen, “bir şey yazsam da cevap gelmeyecek” duygusu, “hiç yazmayayım daha iyi” kararına dönüşür.
İletişim ihtimali, hayal kırıklığına yenilir.
Dışarısı seni çağırmaz.
İçerisi ise çoktan sıkmıştır.
Ama yine de çıkmazsın.
Çünkü o 5 dakika, ya kırılma anıdır ya da hiçliğe açılan bir tünel.
Belki biriyle karşılaşırsın.
Belki bir şey duyarsın.
Belki hiçbir şey olmaz ama sen gene de o yürüyüşten biraz daha farklı dönersin.
Ama ne olur?
Gitmezsin.
Çünkü “belki” için 5 dakika harcamaya değmez gibi gelir.
Oysa hayatın en net anları hep bir “belki” ile başlar.
Belki konuşuruz.
Belki güleriz.
Belki iyi gelir.
Belki unuturum.
Belki başlar.
Belki biter.
Ama biz hep “belki”leri erteleriz.
5 dakika daha yatsam?
5 dakika daha beklesem?
5 dakika sonra ararım?
5 dakika sonra karar veririm?
Ve bu 5 dakikalık bahaneler zamanla birikir.
Ay olur, yıl olur, hayat olur.
Bir yerde oturursun.
Kafede, parkta, bankta…
5 dakika sessiz kalırsın.
Kimseyle konuşmazsın ama kafanın içinde 50 kişiyle tartışırsın.
Geçmişte kalanlarla kavga edersin, gelecekteki ihtimallerle anlaşamazsın.
Bugünle ise tanışamamışsındır.
Çünkü zihnin ya dündür ya yarın.
Bugün sadece geçiş noktasıdır.
Ama geçemezsin.
Takılırsın.
Aynı anda her şeyin farkında olup hiçbir şeyi hissedemez hale gelirsin.
Ve işte o an anlarsın.
Birinin “Nasılsın?” demesi gerek.
O kadar basit.
Ama o cümle gelmez.
Çünkü insanlar, en çok ihtiyaç duyduğun anda susar.
Ya da en gürültülü anında konuşur.
Zamanlama herkes için sorunlu ama senin için başka bir gezegen gibi.
Beş dakikada ne olur ki?
Her şey.
Her şey olur ama kimse fark etmez.
Çünkü kimse 5 dakikayı ciddiye almaz.
Oysa bir tren kaçırılır.
Bir mesaj okunmaz.
Bir karar verilir.
Bir duvar örülür.
Beş dakika geç kalsan, biri gitmiştir.
Beş dakika erken gelsen, belki her şey değişmiştir.
Ama ne zaman gelirsen gel, hayat seni ya içeride ya dışarıda bırakır.
Hiçbir zaman tam ortasında tutmaz.
Ve en kötüsü, bu beş dakikalık mesafe hep senin sorumluluğundadır.
Kimse gelip de “gel hadi” demez.
Kimse seni kolundan çekip “yürü biraz” diye ikna etmez.
Herkes “kendine gelmeni” bekler.
Ama kimse “nasıl geleyim ki?” halini sormaz.
Sahi, insan kendine nasıl gelir?
Yol tarifini bilen var mı?
Çünkü bazı sabahlar kendini bulmak için 5 dakikalık bir yürüyüş yetmez.
O 5 dakika, bir ömür gibi uzar.
Her adımda “ben nereye gidiyorum” sorusu çarpar suratına.
Ama yine de yürürsün.
Çünkü durmak daha çok acıtır.
İşte o yüzden, bazen bir insanın hayatı sadece 5 dakika uzaktadır.
Ama yürüyemez.
Oturur.
Bekler.
Susar.
Ve her şey aynı kalır.
Belki bir gün, birinin “hadi sadece beş dakika yürü” demesiyle başlar her şey.
Ya da başlamaz.
Ama o cümle edilmeli.
Çünkü bazen beş dakikada kurtulmazsın ama hatırlarsın:
Yaşamak dediğin şey, uzun uzun planlanan bir şey değil.
Bazen sadece beş dakikalık bir adım.
İşte hayat, tam olarak bu kadar.
Ne fazla, ne eksik.
Beş dakika kadar yakın.
Beş dakika kadar uzak.
Beş dakika kadar gecikmiş.
Beş dakika kadar geç kalınmış.
Ama hâlâ mümkün.