açık konuşayım, hiç emin değilim.
çünkü ben bu hayatı layığıyla yaşayamadım.
aklımı verdim ama kalbimi sakladım.
kalbimi verdim ama zamanımı boşa harcadım.
kimseye bile bile kötülük yapmadım ama kendime çok yaptım.
ve çoğu zaman, en büyük zararı “bi’ şey yapmamakla” verdim.
kendimi bildim bileli erteliyorum.
kendime verdiğim hiçbir sözü tutmadım.
başkalarının gözüne iyi görünmek için kendimi parçalarken,
aynada baktığım adamı tanımaz oldum.
sabaha karşı uyanıp “bu muydu yaşamak?” diye sorduğum gecelerim var.
ama sabah kalkınca gene her şeye devam ettim.
çünkü itiraf edemedim:
ben yoruldum.
ben kayboldum.
ben yolumu unuttum.
birini sevdim diyelim.
ne zaman sevgimi gösterecek olsam geç kaldım.
ne zaman sarılacak olsam çekindim.
ne zaman “gitme” diyecek olsam çoktan gitmişti.
yani hep geç kaldım.
hep içimden söyledim her şeyi.
hiçbir şey tam zamanında olmadı.
insanlar “iyisin sen” dedi.
belki gerçekten öyleydim.
ama yetmedi.
çünkü iyi olmakla doğru olmak farklı şeyler.
ben çoğu zaman ne doğruyu bildim,
ne de bildiğimi uyguladım.
bilip yapmadıklarım yüzünden her şey birikti.
birikti…
birikti…
birikip beni içine çekti.
ben çok hata yaptım.
ama en büyüğü:
her şeyin geçici olduğunu sanmak oldu.
sandım ki kırgınlık geçer,
yorgunluk geçer,
insanlar unutur,
zaman iyileştirir.
ama bazı şeyler kalıyor.
o sessiz kalışların, o “sonra konuşuruz”ların, o “boş ver” deyip geçtiğin cümlelerin…
hepsi gelip boğazına diziliyor bir gün.
ve o gün geldiğinde,
hiçbir şeyin anlamı kalmıyor.
ben ne bir efsane oldum,
ne de tamamen bir enkaz.
arada kaldım hep.
başlamayı bilen ama bitirmeyi beceremeyen,
sevdiğini söyleyen ama göstermeyen,
kaçmak isteyen ama hep aynı yerde kalan biriydim.
sadece “iyi niyetliydim” demek kurtarmıyor artık.
bazen düşünüyorum,
eğer biri hayatımı izlemiş olsaydı…
final sahnesinde ne derdi?
“yazık oldu” mu?
“kendi kendini mahvetti” mi?
yoksa sadece omuz silkip geçer miydi?
ve şimdi soruyorum kendime:
bu hayatla nereye gidilir?
bu kafayla hangi kapı açılır?
bu kadar eksikle, bu kadar boşlukla,
hangi merhamet bana yer açar?
eğer cennet varsa…
ben oraya dahil miyim?
bilmiyorum.
ama şunu biliyorum:
bu kadar hataya rağmen hâlâ kalbimde bir yer birilerine iyi olmayı istiyor.
hâlâ biri üzülmesin diye kendimi frenliyorum.
hâlâ geceleri dua ederken “kendim için” değil, sevdiğim insanlar için bir şeyler istiyorum.
belki bu da bir şeydir.
ama yetmez biliyorum.
çünkü bu hayat matematik değil,
duygu.
ve ben çoğu duyguyu yarım yaşadım.
çoğu günü “nasıl geçer” diye yaşadım,
“nasıl anlamlı olur” diye değil.
ve işte şimdi,
oturmuş, kendi hayatıma dışarıdan bakarken…
ne gurur var içimde,
ne de “iyi ki”ler.
daha çok “keşke” var,
daha çok “neden böyle yaptım”lar.
daha çok içe dönük azarlar,
daha çok sessiz pişmanlıklar.
o yüzden tekrar soruyorum:
eğer cennet varsa,
kapıları bana açılacak mı?
ben bilmiyorum.
ama şunu biliyorum:
o kapı açılırsa girmeye utanırım.
çünkü biliyorum ki içimde hâlâ düzeltemediğim çok şey var.
ama gene de…
içten içe hâlâ umut ediyorum.
belki bir gün geç de olsa hak ederim diye.
çünkü en dibe battığında,
sadece yukarı bakmak kalıyor insana.
ve belki, sadece belki…
yukarıda bir yer vardır,
bütün yarım kalmışlara yer açan.