Bazen öyle bir sabaha uyanıyorsun ki her şey yerli yerinde ama sen dağılmış gibisin. Aynı bardaktan çay içiyorsun, aynı sandalyeye oturuyorsun, aynı pencereden bakıyorsun ama içindeki bir şey eksik. Öyle fiziksel bir eksiklik değil bu, daha derinde bir yerde. Adını koyamadığın, şekli olmayan ama sürekli kendini hatırlatan bir boşluk. İnsan işte, tam gibi gözükse de içinde hep bir yerler yarım. Ve bu yüzden sürekli bir şeylerin peşinde, bir şeyleri bulmaya çalışıyor.
Çünkü doğduğumuz andan itibaren eksiliyoruz bir bakıma. Birilerini kaybediyoruz, bazı şeyleri hiç kazanamıyoruz. Bazen seviliyoruz ama yeterince değil, bazen başarıyoruz ama kimse fark etmiyor, bazen yalnız kalmak istiyoruz ama yalnızlık boğuyor. O yüzden içimizde bir eksiklik hissi birikiyor. Ve ne yaparsak yapalım onu tam olarak dolduramıyoruz. Yeni insanlar tanıyoruz, yeni yerlere gidiyoruz, yeni planlar kuruyoruz ama geceleri ışıklar kapandığında yine aynı his oturuyor göğsümüze. Eksik bir şey var.
İnsanlar bu yüzden hep bir arayış içinde. Çünkü hepimizin içinde bir gün tamamlanma hayali var. O eksik parçayı bulduğumuzda her şeyin anlam kazanacağına inanıyoruz. Kimimiz bunu aşkta arıyor, kimimiz başarıda, kimimiz başka bir şehirde, yeni bir hayatta. Ama zaman geçtikçe fark ediyoruz ki aradığımız şey dışarıda değil içeride. O boşluk başkasının sevgisiyle değil, kendi kendimizi olduğumuz gibi kabul edebildiğimizde biraz olsun doluyor.
İçimizde bir huzur arıyoruz aslında. Yorulmadan, saklanmadan, maskesiz yaşayabileceğimiz bir yer. Bir insanın gözlerine baktığımızda tam anlamıyla görüldüğümüzü hissedeceğimiz bir an. Sadece anlaşılmak değil, olduğu gibi kabul edilmek istiyoruz. Çünkü ne kadar güçlü görünürsek görünelim, herkesin içinde sarılmak isteyen bir taraf var. Dokunulmamış, bastırılmış, özlemle büyüyen bir taraf.
Hayat da bu yüzden bir koşu gibi geliyor. Sürekli bir şeylerin peşindeyiz ama çoğu zaman neden koştuğumuzu bilmiyoruz. Durup nefes alacak cesaretimiz yok belki de. Çünkü durunca o sessizlik geliyor, o boşluk konuşmaya başlıyor. Ve çoğumuz o sesi duymamak için meşgul kalmaya, başka şeylerle kendimizi oyalamaya devam ediyoruz. Ama ne kadar kaçsak da o boşluk peşimizden geliyor. Her gece yatağımıza bizimle giriyor, sabah gözümüzü onunla açıyoruz.
Ama belki de bu kötü bir şey değil. Belki de insan hep bir arayış içinde olmalı. Çünkü aradığımız şeyin kendisi bizi canlı tutuyor. Umudu, tutkuyu, inancı diri tutuyor. Belki arayış bitse biz de bitmiş hissedeceğiz. Çünkü hayatın anlamı da belki orada yatıyor. Bulmakta değil, ararken dönüşmekte. Kendi içimize, kendi karanlığımıza yürürken biraz daha insan olmakta.
İnsanlar neden hep bir arayış içinde diye sorduğumda artık cevabını tam olarak aramıyorum. Çünkü bazen soru ne kadar cevapsızsa o kadar gerçek oluyor. Bazen sadece hissetmek yetiyor. Ve o his, eksik de olsa, tamamlanmamış da olsa, yaşadığını hatırlatıyor. Belki de bu kadarı yeter.