Bir noktadan sonra telefon çalmaz.
Bildirim sesi kesilir.
Kapı çalmaz.
Seslenmez kimse.
“İyi misin?” diye soran kalmaz.
Ve artık “iyiyim” deme zorunluluğun da yoktur.
Çünkü kimse merak etmez.
Ölümün kıyısında hepimiz yalnızızdır.
Sahilde çırılçıplak kalan düşünceler gibi…
Dalgalar çekilir, hatıralar ortaya çıkar.
Çocukken sakladığın o hayaller, ilk reddedilişin, yarım kalmış duaların
hepsi sıralanır önüne, birer taş gibi.
Ve seni gelip kurtaracak kimse yoktur.
Ne bir anne sesi, ne bir dost eli, ne de “merak ettim seni” diye atılan mesaj.
Yok.
Koca bir yokluk var orada.
Soğuk, sabit ve haklı bir yokluk.
Ve o yokluğun içinde sadece sen varsın.
Sen ve susturamadığın iç sesin.
“Bu muydu yani? Bu muydu her şey?”
Bir ömür boyunca hep bir şeyleri bekledik.
Daha iyi bir iş…
Daha güzel bir ev…
Daha doğru bir insan…
Daha huzurlu bir sabah…
Ve beklerken, yaşamayı unuttuk.
Kendi hayatımızın seyircisi olduk.
Perde kapanınca alkış da yoktu, sahne ışığı da.
Sadece karanlık.
Ve karanlıkta yüzleşilen bir gerçek:
Kimse kimseyi kurtarmaz.
Çünkü herkes kendi yangınında boğulur.
Kimi sessiz sessiz yanar, kimi bağırır ama duyulmaz.
Hayatın başında herkesin planı vardır.
Üniversite, kariyer, evlilik, bir köpek alırız belki…
Ama sonra bir sabah uyanırsın.
Telefon susmuş.
Simitçi geçmiş.
Bozukluk yok.
Ve işte o an hayatın plansızlığı yüzüne tokat gibi çarpar.
Önce bir şey kaybedersin: Umudu.
Sonra insanları…
Kendini kaybetmen çok uzun sürmez zaten.
Aynaya baktığında artık tanımadığın bir siluet durur.
Yorgun.
Sıkılmış.
Ve sessiz.
En kötüsü de budur belki: Sessizlik.
Çünkü bazen bağırırsın.
Ama kimse duymaz.
Çünkü artık herkes kendi kulaklarına kulak tıkamıştır.
Çünkü artık herkes kendini kurtarmaya çalışıyordur.
Ve en sonunda, herkes kendi mezar taşını yalnız taşır.
Ölüm geliyor, ama filmlerdeki gibi dramatik değil.
Yavaşça sızıyor hayatına.
Bir sabah geç uyanmakla başlıyor,
bir sabah kahvaltı hazırlamamakla devam ediyor.
Bir sabah aynaya bakmıyorsun.
Bir sabah kimseyi aramıyorsun.
Bir sabah alarmı kapatıp yataktan hiç kalkmıyorsun.
Ve sonra o sabahlar, hep aynı sabaha dönüşüyor.
Karanlık seni içine alıyor.
Ve sen hiç direnmiyorsun.
Çünkü yorgunsun.
Çünkü çok şey yaşadın.
Çünkü seni kurtaracak kimse yok.
Çünkü kimse gelmiyor.
Ve artık sen de gitmek istiyorsun.
Ama belki…
Belki bir yerlerde biri bu yazıyı okuyordur.
Belki biri hâlâ direniyordur.
Belki hâlâ sigarasını paylaşacak biri vardır.
Belki hâlâ birini merak eden bir kalp çarpıyordur.
Belki, sadece belki…
“Güneş her sabah bıkmadan doğuyorsa umut var demektir” Güneş’ten gücümüzü alıp yeniden doğmalıyız her gün.