Yoğun Bakımda Bir Gün, Bir Ömür
Acı, Yalnızlık ve Hayatın Gizli Mizahı
Geçtiğimiz günlerde, vücudum bir epilepsi nöbet geçirdi ve ben bir süre yoğun bakımda kaldım. O anlar, beynimle aramdaki en garip diyalogları başlatmıştı. O kadar derin bir acı vardı ki, insan kendisini kaybolmuş hissediyor. O acıyı anlatmaya kelimeler yetmez, ama şunu diyebilirim: Bedenin her yerinde bir uyuşukluk, bir gariplik var. Ama asıl zor olan, o anın içinde kimseyi yanımda hissetmemekti.
Yoğun bakımda, her şeyin boşluk gibi hissettirdiği bir dünyada, insan kendisini zamanla savaşıyor gibi hissediyor. Her dakika, "Tekrar nöbet geçirecek miyim?" diye bakıyorsun. O kadar bir şey var ki kafanda, ama kelimeler ve düşünceler bir araya gelmekte zorlanıyor. Acı bir şekilde, seni bir kenara çekiyor ve senin orada olmana izin vermiyor. O kadar yabancı bir yer ki burası. Bir yabancı ev gibi; kimseyi tanımıyorsun, her şey garip ama aynı zamanda tanıdık.
Bir yanda hastane duvarları, bir yanda düşünceler... İnsan, yakınlarını görmek isterken bile, onların burada olup olmadığını hatırlamakta zorlanıyor. Sonunda o kadar yalnız hissediyorsun ki, arada bir gülme isteği geliyor. İnsan, en derin acılarında bile biraz komedi arıyor. Hani, "Beni ziyaret etmeyi unutmazlar mı?" diye düşünürken, aslında hayatın en trajik anlarında bile insanın içinde garip bir mizah doğuyor.
Ama işin garip tarafı, her şeyin geçici olduğunu o anlarda fark ediyorsun. Ne hissettiğin, ne düşündüğün, ne yaptığın... Hepsi o kadar hızlı bir şekilde kayboluyor. Bir süre sonra "Hayat devam ediyor" diyen bir ses duyuyorsun içinden. Evet, her şey devam ediyor ama bir şekilde içindeki her şey biraz yavaşlıyor.
Ve o odada, acı ve yalnızlık arasında bir boşluk var. Ailenin gülüşü, sevdiğinin sesi uzak ama yakın gibi. Bir nevi hayal ediyorsun, sanki her şeyin tam ortasında ama yine de dışındasın. Birinin sana dokunmasını, biraz olsun seninle konuşmasını istersin ama bir şekilde her şeyin uzağındasın. Belki de geriye sadece acı kalıyor, ama belki de o acının içinde insan bir tür "rahatlama" buluyor.
O sırada, doktorlar ve hemşireler etrafımda koşturuyor. Hepsi işini yapıyor, ama bir an "Ben burada mıyım?" diye düşünüyorum. Her şey o kadar mekanik hale geliyor ki, en azından acı bile bir anlam kazanıyor. Acı, sadece bir durak noktası değil, bir geçiş evresi. Kendini sürekli kaybettiğin, sonra tekrar bulduğun bir yer.
Bazen hayatın en zor anlarında bile, bir şekilde kendini buluyorsun. O an her şeyin değerini sorgulasan da, bir şekilde gülümseme yolunu bulabiliyorsun. Çünkü acı ne kadar derin olursa olsun, bir şekilde yaşam devam ediyor, hep bir yolunu buluyor.